Dehşet Senfonisi: Vampirliğin tarihi, Dracula, Osmanlı, Porfiria
Günümüzde Shakespeare eserlerinden sonra en çok filme, tiyatroya, diziye veya başka bir kitaba uyarlanan eser olma rekorunu elinde bulunduran Dracula’dır. Neden böyle olduğu, neden bütün insanların ilgisini çektiğini bu yazımızda anlamaya ve sizleri de bu eseri okumaya teşvik etmeye çalışacağım.
Vampir kelimesini duymayan kalmadı değil mi?
Geceleri mezardan çıkıp insanların kanını emen ölü şeklinde
tasvir ediliyor bu kitapta. Kelime kökeni çok tartışılsa da, Sloven asıllı filolog
Franc Miklosich’e göre Kuzey Türkçesinde “cadı” anlamına gelen “uber”den
türemiştir. Yunancada “Vrykolakas” olarak inanılırken Slav dillerindeki diğer
türevleri de şunlardır: Bulgarca ve Sırpçada “vapir”; Lehçede “upier”; Rusçada
“vopyr”. Vampire (fransızca,ingilizce) -> vampir (sırpça, macarca)
->vapir (bulgarca) ->uper(ukraynaca) -> upior (polonyaca) -> ubir
(tatarca) -> obur,uber (eski Türkçe).
Romencede “Strigoi” falan gibi daha da
saymama gerek yok heralde .Vampir ve benzeri birçok varlığın ismi çeşitli
kültürlerde bulunuyor. Hatta Anadolu'ya gelindiğinde ise cadı veya hortlak gibi
birçok anlama gelebilecek şekilde tanımlanmıştır ve gulyabani, karakoncolos
gibi isimlerle de biliniyordu.
Nedir peki bu vampir neden böyle bir şey var her kültürde?
AVRUPA: Orta çağ zamanlarına o Avrupa’nın tarhinin en
karanlık olduğu, en pis salgın hastalıkların kol gezdiği dönemlerde yapılan
cadı avlarını duymuşsunuzdur. İşte o cadıların eserlerinden biris de vampir
yaratmak yani ölüleri diriltip yaşayanların başına bela olmasını sağlamak.
Şimdi bu vampirlerden ve cadılardan halk nasıl kurtulabiliyor peki kilisenin
sağladığı kutsal haç ve kutsal ekmek ile sarımsak ile ve mezarını açıp o ölünün
kalbine saplanan bir kazık ile. Bakın siz şu işe ki böyle inanışlar kilisenin
gücünü artırmış ve kilisenin de işine gelmiş. Ama iyi yanları da halkı çok kötü
ve hayırsız bir hayat yaşamaktan biraz olsun alıkoyması. Çünkü hayatı boyunca
çalıp çırpan, yağma yapan, insanları katleden tecavüz eden birisi öldükten sonra
bile gelip onların başına musallat oluyor ve huzurlu bir şekilde ölü olarak kalamıyormuş.
E tabi herkes bu hayatta huzur ister en azından öldükten sonra kesin olarak o
huzuru ister. Böylece din bir kez daha insanları dizginlemiş ve kontrolü altına
almış oluyordu.
HASTALIK: Vampir efsanesi de genetik bir hastalıktan
kurgulanmıştır. “Porfiria” kana rengini veren hemoglobin eksikliğinden kaynaklanan
bir kan hastalığıdır. Vücutta yeterli hem sentezi olmaz. içgüdüsel olarak bunu
fark eden vücut, kan içmek ister yani hem ister. Bu hastalarda ışığa hassasiyet
vardır ve güneş ışığına maruz kalmak istemeyip gece yaşarlar. Diş etlerinde
çekilme olur. Köpek dişleri sivrileşir vampir gibi sivri dişli görünürler. Kansızlıktan
ciltleri solgun ve cansızdır. Delilik, halüsinasyon, anksiyete, paranoya gibi psikolojik
sıkıntılara yol açabilir. Dışkıları ve idrarları mor renkte olur. Anam bu
belirtilerin hepsi de vampirliğe işaret ediyor vay anasını değil mi? Bu
hastalık Otozomal Dominant geçişlidir, bulaşıcı değildir ama kalıtsaldır. Neredeyse
kesin olarak çocuklara geçen bir hastalık düşünün. Günümüzde İngiliz Kraliyet ailesinin
taşıdığı iddia edilen bir hastalıktır hatta tarihteki bazı önemli olaylar bu
hastalık yüzünden olduğu iddia edilir mesela Amerika’nın kuruluşu esnasında İngiltere
Kralının porfiri atakları geçirdiği ve krallığı düzgün yönetemediği için İngilizlerin
orayı kaptırdığı bile söylenir.
TÜRK: Osmanlı zamanlarında özellikle Türklerin
balkanlara ilerleyişinin hızlanması nedeniyle bu gidişatı yavaşlatmak veya
işgal edilen yerleri geri almak amacıyla o dönemler vampir dedikoduları oldukça
artmıştı. Ama en önemlisi Kazıklı voyvoda ve Fatih sultan Mehmet olayları
onları da aşağıda anlatmaya devam edelim.
Bizim kazıklı voyvoda dediğimiz şahıs Eflak Voyvodası 3.Vlad’dır
ama ondan evvel babası 2.Vlad’dan bahsetmeden geçersem eksik bilgi vermiş olurum.
2.Vlad o zamanlar Avrupa’nın o kesiminde bulunan “DRACUL” yani Ejderha Tarikatı’na
üye olup ilk başlarda topraklarını başarılı bir şekilde Osmanlı’ya karşı
savunsa da sonradan yenilmiş ve oğullarını orada yetiştirmek üzere rehin vermek
zorunda kalmış. Küçük Vlad Osmanlı’da Edirne’de enderun mekteplerine gitmiş
hatta fatih sultan Mehmet ile arkadaşlık bile etmiş ki Osmanlı adına ileride eflak
bölgesine vali olarak atansın hem Osmanlı’yı sevsin hem de oradaki halkın
başında onların tanıdığı soydan birisi kalmış olsun diye. Aslında iyi taktik
ama işte küçük Vlad’ın başına geldiği iddia edilen taciz, tecavüz, oğlancılık
olayları onun Osmanlı’ya karşı gittikçe intikam ateşi içinde yanmasına ve kin
beslemesine sebep olmuş. Eflak’ta voyvodalık yapmaya başladığı esnada Fatih de Osmanlı’nın
başına geçmiş. İlk başlarda vergisini aksatmayan 3.Vlad zaman geçtikçe başına buyruk
davranmaya ve küçüklükten onu tanıdığı için Fatih’in ona olan güvenini boşa
çıkarmaya başlamış. En sonunda kendisini 2.Vlad Dracul’un yani ejderhanın oğlu
olarak ilan edip 3.Vlad Kont Dracula olarak anılmayı istemiş. Osmanlı askerleri
Dracula’ya karşı birkaç kez sefere çıkmış ama Dracula, Osmanlının içinde
büyüdüğü için taktiklere, stratejilere aşinaymış ve balkanları savunmayı
başarmış.Osmanlı elçileri sarıklarını çıkartmadı diye onları kafalarına çivilettiren
bir manyaktan bahsediyoruz. Kazıklara oturttuğu diğer insanlar, bekaretini
kaybeden kızlar, evlilik dışı ilişkide bulunanlar, hırsızlık yapanlar, yalan
söyleyenler, herhangi bir asi harekette bulunanlar, dilencilik yapanlar, çok
ağlayan bebekler, annesini bulamayan çocuklar… Kazıklara oturttuğu insanlardan
akan kanları bile içtiği söylenirmiş. Böyle böyle Drakula inanılmaz bir korku
imparatorluğu kurmuş. Osmanlı ordusunun içine vebalı, cuzzamlı insanları
salarak, mancınıkla fırlatarak belki ilk biyolojik silah denemelerini yapmış. Osmanlı
askerleri en son onu yenip de Transilvanya kalesine geldiğinde kazıklara
oturtulmuş binlerce kişiden oluşan adeta bir kazık ormanı görmüş, çaktığı her kazığı
tecavüzlerin intikamı olarak düşünmüştür belki de. Ama bu hiçbir hareketini
meşru kılmaz. En sonunda yakalanmış ve kafası Fatih’e bir bal kutusu içerisinde
yollanmış ama o şeytanın yeryüzünde yürüyen hali olarak on binlerce kişiyi
öldürdükten sonra belki de çok geç kalınmış. Tarih her ülke vatandaşlarınca
farklı algılanır Romenlerde bir kahraman olan 3.Vlad bizde bir cani, bir hain olan
Kazıklı Voyvoda.
KİTAP: İlk olarak yazarımız Bram Stoker’dan
bahsedelim; 8 yaşına kadar bilinmeyen bir sebeple yatalak kalan yazarımız
sonradan iyileşip çeşitli spor dallarında ödüller almış hatta ileride Oscar
Wilde ile bir kadın için çekişmeye girmiş ve kazanmış sonra o kadını da aldatıp
frengiden ölmüş birisi. Bu kadar ilginç bir yaşama sahip birisinin böylesine
ilginç bir kitap yazması da zaten şaşılmaması gereken bir şey olsa gerek. “Dracula”
kitabının Frankenstein’dan farkı hayal gücü değil de çok büyük bir araştırma
ürünü olmasıdır. Her fantastik kurgunun arkasında ona ilham veren bir gerçeklik
vardır. Bram Stoker bu eserine kendisi de öylesine bağlanmıştır ki bundan başka
büyük bir eser verememiştir.Yazıldığı döneme bakılınca Victoria Dönemi İngilteresi
yani 1800’lerin sonları diyebiliriz. Kitabın günlükler şeklinde yazılması
insanı normalden fazla etkiliyor çünkü Anlatıcılar gibi, okuyucular da,
yalnızca ipuçlarına sahip: sonuçları görüyor, fakat nedenleri bilmiyorlar. Kitaptaki
gerilimi doğuran, kesinlikle bu durumdur. Karakterler çok delikanlı, çok
karakterli, çok optimist ilginç eski dönem insanları hep en iyileri oluyor
zaten.
Peki Anlatılan şeyler üzerine sizce eğer tarihten bir
karakteri baş kötü vampir olarak koymak istesek kim en çok uyardı bu role?
Tabii ki Kont Dracula’nın bizzat kendisi. Ama bu romandaki Dracula gayet asil
hatta, aristokratların göze çarpan tüketim özelliğinden de yoksun: yemez,
içmez, sevişmez, gösterişli giysileri sevmez, tiyatroya ve ava gitmez, davetler
vermez ve görkemli evler yaptırmaz. Onun şiddeti bile zevki amaçlamaz. Dracula,
(tarihteki Dracula olan Kazıklı Voyvoda’nın ve tüm diğer vampirlerin tersine)
kan dökmeyi sevmez; kana ihtiyaç duyar. Ancak gerektiği kadar emer ve bir
damlasını bile ziyan etmez
KAPANIŞ:
1922’de piyasaya çıkan Nosferatu filminde aslında telif
hakkı alınamadığı için filmin isminin değiştirildiği hatta baş karakterin de
Kont Orlok yapıldığını söylemeden geçmeyelim. Stoker’ın eşi yıllarca Nosferatu’nun
kopyalarını yaktırmış, yok ettirmiş olsa da o şaheser de bir şekilde günümüze
ulaşmayı başarmış. Vampir söylenceleri neredeyse insanlık tarihi kadar eski
iken Dracula’ya niçin vampir filmlerinin ve kitaplarının atası olarak bakıldığının,
vampirliğin niçin çoğunlukla cinsel göndermelerle birlikte anıldığının veya Francis
Ford Coppola’nın 1992 de çektiği aynı adlı filmin neden mükemmel bir uyarlama olduğunun
yanıtlarını da kitapta satır aralarında bulmak mümkün. Yazı hiç bitmesin
istediniz biliyorum ama her şeyin bir sonu vardır 😊
Sağlıcakla kalın …